Anasayfa USİAD Bildiren Nazım Güvenç Yazdı: “2012’de Çözüm Mü, Çözülme Mi?”
Nazım Güvenç Yazdı: “2012’de Çözüm Mü, Çözülme Mi?”

2011 yılının başında, yine bu dergide yayınlanan yazımızda “Geçiş”yılı (bis) 2011”  başlığını kullanmıştık. Tezimiz çok kısaca şuydu:
2008 Güzünde ABD’de patlak veren finansal kriz hızla Atlantik dünyasının Avrupa yakasına da sıçramıştı. Dahası kriz 2009’da finansal boyuttan reel ekonomik boyuta da yayılmıştı. 2010 yılı ise krize çözüm arayışları ile geçmişti.

2011’de ne olacaktı? 2 olasılık vardı: Kriz’den Çöküş’e geçiş veya Çözüm’e geçiş. Dolayısıyla 2011 yılı da aynen 2010 yılı gibi ama daha yoğun bir “geçiş” yılı olacaktı.
Ya “çözüm”ün temelleri atılacak, bu doğrultuda Türkiye’nin de dahil olduğu G-20 düzeyinde, 27 üyeli AB içinde, 17 üyeli Euro Bölgesinde, G-8, G-7 grupları içinde ve nihayet G-2 (ABD ile Çin) arasında zirveler, müzakereler, pazarlıklar yürütülecekti.
Ya da bu doğrultuda gerekli adımlar atılmayacak veya kısmen atılacak yahut atılsa da verimli, geçerli, güven veren bir sonuç alınamayacaktı.
Birinci şıkta 2012 yılı “umut veren bir çözüm perspektifi”yle açılacak; ikinci şıkta ise kriz daha da derinleşmiş olarak yeni yıla devredilmiş olacaktı.
Gerçekten de 2011 yılı yine bir “geçiş” yılı oldu. 2010’dan da daha yoğun geçti. Çünkü kriz daha derinleşti. Çözüm arayışları ise özellikle yılın son çeyreğinde daha fiili hale geldi. Günü kurtarmaya yönelik lakin inandırıcılıktan uzak “boş laflar” yılın ilk 10 ayında ağılıkta iken kasımdan itibaren ve özellikle aralık ayında (bir başka deyişle, “yumurta kapıya dayanınca”) fiilen birtakım “ciddi görünümlü”, daha doğrusu finansal düzlemde kısa menzilli ama siyasal düzlemde çarpıcı adımlar atıldı.

2011’den Devredilenler
2012 yılının nasıl geçeceğini tahmin edebilmek için, ilkin, 2011’de olup bitenlerin ne anlam taşıdığını, nelerle yüklü olduğunu özlü bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. O halde, finansal, ekonomik ve onlarla bağlantısı içinde belli başlı siyasal gelişmeleri bir bir gözden geçirelim.

• Finansal kriz daha ağırlaştı:
* ABD, borçlanma sınırına dayandı. Anayasası uyarınca, ABD yönetimi ülkenin yıllık gayrı-safi millî hasılasından daha fazla borçlanamaz. Oysa birikmiş borç bu sınıra geldi çattı. Yılın son günlerinde (bu metin yazıldığı sırada) Başkan Obama, Kongre’den yeni borçlanmaya izin vermesi talebinde bulunmaya hazırlanıyordu. Bu izin çıkmazsa ABD vadesi gelen borçlarını ödemekte çok ağır sıkıntıya düşer. Aslında resmen ve fiilen “temerrüde” [borcunu ödeyememe durumuna] düşer. Borçlanma sınırını arttırma izni çıksa bile bu, anca günü kurtarmaya yeter. Borcu borçla kapatmak “çözüm” değil, iflası ertelemek fakat daha ağırlaştırmaktır. Çünkü ABD’nin zaten şimdiye dek yapageldiği üzere dış piyasalara sürmek üzere gıcır gıcır taze Dolar basması içerideki sorunu çözmez sadece küresel düzeydeki finansal balonu daha da şişirir.
* ABD eyaletlerinin üçte ikisi fiilen “batmış” durumdalar. Borçları ödeyemeyecekleri düzeyde. Onlar da yeniden ve çok daha ağır koşullarla borçlanmak yahut / ve masraflarını okkalı bir şekilde kısmak zorundalar. Bunu göze alınca da ilk akıllarına gelen önlemler: kamu çalışanlarının işine son vermek ile sosyal güvenlik harcamalarını ağır şekilde budamak oluyor. Nitekim şimdiye dek bu yönde hayli şey yaptılar. Yetmedi!
Şimdi merkezî devlette ve eyaletlerde krizin bedelini ve çözümün yükünü çalışanların sırtına daha da çok bindirmek gündemde! 2012 yılı ABD’de bu yönde ağır adımların atılacağı bir yıl olacak; bu kesin. Buna rağmen “finansal dip” yaşanması hayli güçlü olasılık.
* Avrupa Birliği de finansal düzlemde daha iyi bir yıl geçirmedi. Yunanistan resmen ve fiilen iflas etti. Şimdilik yapay birtakım müdahalelerle suyun üstünde tutuyorlar. İtalya ve İspanya benzeri bir yoldalar. Portekiz mek parmak daha az kötü ama cüssesine göre kriz onun için de hayli ağır. Belçika’nın malî durumu keza iflasa sürtünüyor. Bu devletleri (ve daha başkalarını) bol keseden borçlandırarak faize bağlayan bankalar ise şimdi alacaklarını tahsil edememe kriziyle yüz yüzeler. Adı geçen ülkelerin (ve diğerlerinin) bankalara borçlarını ödeyememeleri halinde ki bu ciddi bir olasılık başta Fransız ve Alman bankaları olmak üzere tüm bankalar üzerinde domino taşlarının birbiri üstüne devrilmesi gibi yıkıcı bir etki yaratır.
* Avrupa Birliği üyesi 27 devletten İngiltere dışındakilerin Aralık ayındaki son zirvede Almanya ve Fransa’nın dayatmalarını kabul etmiş gibi yapmaları görünüşte “çözüm yolunun açıldığı” gibi bir izlenim vermeye yönelik. Gerçekte imzalanan anlaşmanın birçok maddesi 2012’in ilk yarısında, hattâ bu süreyi gerekirse daha da uzatmak mümkün olacak sıkı müzakere ve pazarlıkların konusu olacak. Hem devletlerin kendi içlerinde hem de aralarında.
* AB’deki finansal sorunu çözmek için oluşturulan Troyka [Üçlü otorite] yani Avrupa Merkez Bankası (ECB); Uluslararası Para Fonu (IMF) ve AB Komisyonu Başkanı batmış / batmak üzere / her an batabilir üye devletlerin ve bankaların acilen gereksindikleri taze para desteğini henüz denkleştirebilmiş değiller. Kaldı ki bu da gerçek anlamda bir çözüm olmaz, sadece 2012’de dibe vuruşu biraz erteler ama daha da ağırlaştırır!
* Çözüm olarak fiili anlamda atılan adım ise iflas halindeki ülkelerin başına, maliye ve ekonomi bakanlıklarının ve Merkez Bankaları’nın başına (Türkiye’de 2001’deki ağır dibe vuruş üzerine 3 partili koalisyon hükümetine Dünya Bankası teknotratı Kemal Derviş’in ekonomide, finansta tek söz ve yetki sahibi 4. ortak kimliğiyle atanması gibi bir operasyonla) siyaset üstü kimlikli teknotratların atanması oldu. Bu noktada ısrarla vurgulanması gereken bir husus da söz konusu çok sayıdaki “teknotrat”ın küresel finans oligarşisinin en büyük bileşenlerinden biri olan yaklaşık 150 yıllık yatırım bankası Goldman Sachs’ta yetiştirilmiş (ve çoğu aynı zamanda “küresel derin devlet beyni” Trilateral Commission üyesi) “güvenilir elemanlar” olmaları. (Bu durum, başta ABD Hazine Bakanı Timothy Geitner olmak üzere Başkan Obama’nın kilit noktalara atadığı finans görevlileri için de aynen geçerlidir.)
* Bu, gerçekte şu anlama geliyor: Çekirdeğinde köklü, büyük çokuluslu bankaların yer aldığı bir finans oligarşisi, 1980’lerden buyana İkinci Sanayi Devrimi’nin yerine Bilgi Çağı Devrimi’nin geçmesine pek uyum sağlayamamış klasik sanayi burjuvazisini zaaflarından yararlanarak, borçlandırarak avucunun içine aldı. Aynı zamanda inanılmaz bir kazanç hırsıyla ve çarkı sürekli döndürebilmek üzere tek tek bireylerden, şirketlerden, eyaletlere, en tepedeki devletlere dek her düzeyde bir borç sarmalı ve finans balonu yaratmanın sonucu olarak ortaya çıkmış yapma “saadet zinciri”ne dolandı. Kendi kazdığı kuyuya kendisi de yuvarlandı!
* Bu finans oligarşisi başta Lehman Brothers olmak üzere asırlık bazı çınarlarını ve yeni yetme bir alay bankayı, uyduruk finans kurumunu 2008, 2009’da kurban verdi ama derin siyasal bağları sayesinde ayakta kalmayı, daha önemlisi krizin sorumluluğunu ve bedelini, keza çözümün yükünü yukarıda işaret ettiğimiz yollardan çalışan kesimlerin ve egemen burjuvazinin zayıf düşmüş, rekabet gücünü hayli yitirmiş fraksiyonlarının sırtına yıkmanın yolunu buldu. Çünkü 1970’lerin sonundan beri küresel düzeyde egemen sınıfta finans oligarşisinin oluşturduğu fraksiyon iktidara gelmiş ve “neo-liberal” söylemle, “asgarî devlet” diye diye bu günlerin tohumlarını ekmişti. Şimdiki “hasat”: doğal olarak seçilmiş siyasilerin finans oligarşisinin buyruğuyla görevlerinden alınmaları, istifaya zorlanmaları ve demokrasinin askıya alınmasının ilk hamlelerinin “atanmış, sözde a-politik teknokratların” başa geçirilmesi oldu.
2012 yılında AB’de de anti-demokratik ve halk düşmanı yeni adımlar atılması beklenmelidir.

Reel Ekonominin Krizi Daha Büyüdü
* Geçen yılki yazımızda uzunca üstünde durduğumuz temel yapısal olgu: 19. Yüzyılın Sanayi Devrimi dünyasına uygun olarak gelişmiş lakin esas olarak 1980’lerden itibaren belirgin bir biçimde kendini hissettiren Bilgi Çağı Devrimi’nin gereklerine, yapısına uyum sağlayamamış, kendini o doğrultuda yenilemeyi becerememiş kesimler ise, aynı zaman diliminde, gelişmekte olan ülkelerin devraldığı klasik Sanayi Devrimi sektörlerinde Batı’dan daha fazla rekabet gücüne sahip olmalarıyla birkaç seçenekten birine yöneldiler. Kimi “delocalisation” denen bir hamleyle imalat tesislerini tümüyle veya büyük ölçüde emek ve hammadde maliyetlerinin görece çok daha düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere taşıdılar ve kendileri tasarım, pazarlama, marka satışı veya kiralaması gibi yahut daha yüksek teknolojili yeni ürünlerin yapımına odaklandılar. Kimi başkaları tarafından yutuldu veya şirket evlilikleri yoluyla yahut küçülerek bir süre daha ayakta kalmayı becerdiler. Çoğu ise kapanıp gitti.
* Lakin bu süreç ABD ve Avrupa’nın gelişmiş sanayi ülkelerinde geleneksel imalat sanayinin oluşturduğu reel ekonominin, üretime, imalata dayalı yapının çözülmesi ve toplumsal krizin en başta işsizlik, sosyal kazanımların kaybı, gelir kaybı … gibi olumsuz sonuçlara yol açmakla kalmadı; her ülkenin kendi reel sektörünü resesyon, büyümenin durması, hattâ fiilen küçülme gibi krizi büsbütün ağırlaştıran etkenler oldu. 2011’i terk ederken ABD ve Avrupa’da Noel bayramında tüketimin hayli düşmesi ve sadece ileri teknoloji ürünlerinde (I phone; I pade; e-kitap okuyucu) krize meydan okuyan bir talep olması hiç de boşuna değil. İşaret ettiğimiz yapısal büyük dönüşümün sonucu.
Bu durumda 2012’de finans kesiminin yanı sıra reel ekonomide de yeni bir “dibe vuruş” meydana gelmesi yüksek olasılıktır. Daha açık bir deyişle, Atlantik Okyanusu’nun her iki yakasında hemen hemen aynı zaman diliminde “çift dip” yaşanması ve iki dev fırtınanın birbirine de toslayarak  2013’ü de içine alacak derecede şiddeti “mükemmel fırtına” diye adlandırılan görülmemiş bir yıkım düzeyine çıkartması tehlikesi yüksektir.  
“Kriz kahini” diye ünlenen Nouriel Roubini “çift dip gelecek” diye alarm verirken aslında finans oligarşisinin hizmetinde olarak uluslararası kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamakta fakat bu krizin “finans oligarşisinin kundaklaması” sonucu olduğunu; keza dayatılan önlemlerin, özümlerin “küresel finans oligarşisinin çıkarları doğrultusunda kotarıldığını” ısrarla gizlemektedir!

2012 Perspektifinde Türkiye
Bu düzeyde bir küresel çifte dip fırtınasının Türkiye’yi “teğet geçmesi” asla söz konusu değildir. Lakin krizin nedenlerini buna bağlamak, dış dünyanın krizini bahane etmek veya gerekçe göstererek faturayı yine aynen Batı dünyasında olduğu gibi yoksullara ve çalışan kesimlere kesmek Türkiye’nin siyasal ufkunda daha 2011’in son çeyreğinden başlayarak hızla yükselmektedir.
Bir başka deyişle, 2012 yılı finansta ve reel ekonomide en başta yüksek borçlu hane halkı; özellikle iç ve dış kısa vadeli yüksek borcu olan yerli girişimciler için çok zor geçecektir. Türkiye’nin rekor cari açığı; hükümetin izlediği dış politikanın sınır komşularımız başta olmak üzere pek çok ülke ile ticaret ve iş ilişkilerinin nemalarını kurutması; Türk Lirasının hızlanan ve durdurulamayan değer kaybı, yeni zamlarla enflasyonun çift hanelerde yükselmeyi sürdürmesi, iflas ve haciz dalgasının kabarması … ne yazık ki ülkemizi 2012’de bekleyen ağır tehlikelerdir.
Türkiye’nin siyaseten dahil olduğu dünya içinde krize çözümden ziyade “çözülme” olasılığı daha güçlüdür ve Türkiye bunu ne ölçüde göğüsleyebilir belli değildir. Bu hükümetle göğüsleyemeyeceği ise bellidir.
Her şeye rağmen ulusal direnme irademizden fire vermeden mücadele etmek ulusal girişimcimizle de, emekçi halkımızla da tüm yurtseverlerin tarihsel görevidir. Bir kere yaptık, yine yaparız…
(Bu makale USİAD Bildiren Dergisinin 46. sayısında yayımlanmıştır)


Dergiyi okumak için tıklayınız

 

 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam