Anasayfa Çeşitli Yayınlar Ekonomi AB 2014’e Kalır mı
Perşembe, 18 Ekim 2012 07:00

Türkiye’de gündemin yoğunluğundan gözlerden kaçan veya yeterince dikkat edilmeyen, önem verilmeyen oysa dünyanın siyasal ve ekonomik geleceğinde kendini gösterecek büyük değişimlerin ön habercisi niteliğinde bir dizi gelişme olmakta Avrupa’da / AB içinde. Hem de Türkiye’yi yakından ilgilendirecek içerikte gelişme…

 

Kısaca toparlayalım; yaşanan ve giderek daha derinleşmekte olan küresel ekonomik kriz sadece haneleri, şirketleri, ülke ekonomilerini sarsmıyor; bunların ötesinde Avrupa Birliği adını taşıyan 27 üyeli sözde devletler arası birliği de çatırdatıyor. Daha doğrusu bu birlik aslında zaten 2000’lere girdiğimizden buyana orasından burasından çatlamaya başlamıştı ve şimdilerde bu ağır kriz sürecinde çatlaklar büyürken yeni ve derin kırılmalar baş gösteriyor. O derecede ki Avrupa Birliği’nin bu yapısının dayanıp dayanamayacağı daha sık tartışılır olmakta.

 

Arka arkaya Avrupa Birliği zirvesi yapıldı. Biraraya gelen AB liderleri ‘kriz ve dayanışma imkânı’nı konuştular. Çıkan sonuç: Kriz her ülkede vardır, dayanışma yoktur, çünkü kimsenin yek diğerine yardım edecek takati kalmamıştır. Herkes başının çaresine baksın! Kısacası bir ‘birliğin’ tam karşıtı bir yaklaşım.

Uzun uzun saymaya girişmeyeceğiz, yerimiz yetmez. Şu kadarını söylemesi benden, gerisini düşünmesi sizden…

AB’nin üç gülü

Avrupa Birliği bugün itibariyle 27 üyelidir (bu sayıya minik Lüksemburg ve yapay Kıbrıs Rum devleti de dahildir) lakin çekirdeğinde Almanya, Fransa ve bir ayağı, bir gözü, beyninin en az yarısı hep dışarıda (ABD ve Commonwealt’te) İngiltere vardır. Bunların durumlarına bir göz atalım:

İngiltere 10 trilyon dolar borçla fiilen ekonomik iflas halindedir ve bunun resmen ilanına az kalmıştır. İstese de başkasına yardım edecek hali yoktur

Fransa; yeni ve “sosyalist” bir başkan var başında. O’nun da son haftalardaki söylemi Fransa’nın tarımını, sanayiini, bankalarını korumak, kollamak ekseninde. Hiç saklamadan ‘korumacılık’ yapıyor. Türkçesi: olabildiğince az ithalat; olabildiğince çok ihracat yapmak. Fransız sermayesinin dışarıya (diğer AB ülkelerine) yatırıma bile gitmesine karşı.

Oysa Avrupa Birliği’nde resmen ‘tek pazar’ uygulaması var, yâni üye ülkeler arasında ithalat – ihracat (malların dolaşımı) serbest. Keza sermayenin ve işgücünün dolaşımı da serbest. Ama fiilen bu serbestlik her geçen gün daralıyor. Fransa bunun önde gidenlerinden biri…

Almanya: bir başka deyişle, Avrupa Birliği’nin bir nolu motoru. Oysa mali açıdan sonderece zor bir durumda. Başbakan Angela Merkel tipik Alman katılığında ve bencilliğinde. Hiç saklamıyor. Alman vergi yükümlüsünün parasını Almanya’da kullanacak. Son Zirvede de gayet net bildirdi: ‘‘Ortak kurtarma planına anca bizim ölçütlerimiz uygulanırsa varız yoksa karşıyız!’’ dedi. Aslında Avrupa Birliği’nin diğer üyeleri üzerinde en azından malî düzlemde söz ve yetki hakkı istiyor.  Ötekiler ise buna en azından henüz boyun eğmeye hazır değiller. Nitekim zirveler “dostlar alış verişte görsün” türünden sözde kararları saymazsanız gerçek anlamda “çözüm” niyetine bir karar alınamadan dağıldılar hep!

AB’nin geleceği

Kaçınılmaz olarak şu soru derhal öne çıkıyor: Peki ya Avrupa Birliği’nin geleceği ne olacak?

Euro’nun dağıldığı koşullarda “Avrupa Birliği” denen ucube yaşayabilecek mi?

İster istemez aklıma geliyor. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin hararetle tartışıldığı ve Ankara’nın “AB üyeliği” denen havucun gölgesi peşinde koşturulduğu günlerde (“havucun gölgesi” diyorum çünkü o sırada yani 2002 yılında henüz resmen “üye adayı” bile değildi yani “havuç” bile yoktu ortada!) üyelik için Türkiye’ye 2010 tarihi; resmen aday yapılınca 2013’ten sonra bir gün vaat ediliyordu en gevşek,en kaypak bir dille. O zaman aynen şöyle yazmıştım: “Gelecek yılların ne getireceği henüz belirsizdir. Avrupa Birliği’nin 2014 yılında var olacağı bile hayli şüphelidir.” (Bkz. Nazım Güvenç, Yine Yeni Yeniden CHP, s. 286. Anahtar Kitaplar Nisan 2002. [Kitapta da altı çizili.])

AB’nin 2002 sonrasında yeni üyelerle genişlediği, kendi içinde Euro Bölgesi’nin oluşturulduğu yani daha yükselen, daha güçlenen, âdetâ “Kale” gibi bir görüntü verdiği 2008 yılında da şu saptama ve öngörüde bulunmuştum: “AB’nin ‘Birlik’ olarak gelişmesi fiilen durmuş, gerileme başlamıştır. ‘Kaleleşme’ politik bir tasarruftur, organik bir derinleşme değildir ve AB’nin özellikle 15 üyeden sonraki genişlemesi (10+2+1) doğal, organik olmaktan ziyade politiktir, jeopolitiktir. Bu özelliğiyle de her genişleme aslında AB’yi organik bir Birlik olmaktan uzaklaştırmakta, çelişkili, dengesiz üyelerden oluşan bir siyasî Kulüp haline dönüştürmektedir. Bu da birleşme dinamiklerini değil ayrışma, çözünme dinamiklerini besleyen, hızlandıran bir etkiye sahiptir. AB çevrelerinde Türkiye’nin en erken üye olabileceği tarih olarak (“havuç” niyetine!) verilen  2014 yılında AB’nin bugünkü haliyle kalmayacağına ve dağılacağına ilişkin daha 2002 Nisanında dile getirdiğimiz teşhisi bugün çok daha güçle teyit etmek durumu söz konusudur.” (Bkz. Nazım Güvenç, Türkiye’nin Geleceği ve CHP, s. 296, 297. Anahtar Kitaplar, Mart 2008).

Gerçekten de AB ülkelerinin çoğu bugün iflasla yüz yüzeler ise bunun nedeni “organik” (yani ekonominin gerçeğine uygun) değil, “hormonlu” (yani finans balonuyla, borçla şişirilmiş) bir ekonomi ve finans batağında olmalarıdır. Sosyal vicdanı da olan bir ekonomik akıla dönmedikçe, “sosyal piyasa ekonomisi”ne geçmedikçe gelecekleri daha kötü olacaktır. Şimdiki manzarada, Avrupa Birliği’nin bugünkü yapısıyla gidemeyeceğini daha da büyük bir güçle söylemek ‘kehanet’ olmaz. Euro’nun ise çok daha önceden çökmesi beklenmelidir.

 

Nazım GÜVENÇ

USİAD Bildiren Dergisi 55. Sayı

Derginin 55. Sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net

 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam